Çok nazik, zarif ve efendi bir insan olmasıyla rol modeldi. En azından benim rol modelimdi.
Sabri Orman üstadım aslında İKAM’ın yayınladığı bir kitabın giriş kısmında yayınlanan bir uzun makale yazmıştı ve sonra o Albaraka yayınlarından müstakil bir kitap olarak çıktı ve hatırladığım kadarıyla da başlığı ‘medeniyet analizi metametodoloji ve metodoloji’ idi. Orada İslam’ın ilk teşekkül veya doğuş süreçlerinden başlayarak günümüzdeki tabiri caizse yeniden oluşum veya diriliş süreçlerine kadar geçen süreçleri analiz etti ve günümüze bir rehberlik oluşturmaya çalıştı. Bunu yaparken de aslında onun ifadesini kullanacak olursak ‘İslami İktisat’ için bir usul oluşturmaya çalıştığı için de o bağlamda özellikle analizlerini yapmaya gayret etti. Ve dolayısıyla bu süreçlerin ayrıca teorik ve pratik alt süreçleriydi ele aldığı. Ve dediğim gibi İslam iktisadı bağlantısını kurdu. Günümüz araştırmacılarına ve özellikle Müslümanlara da İslami İktisadın nasıl tekrar uygulanabileceğini konusunda yol göstermeye çalışmıştı. Ve dolayısıyla bence eşsiz bir çalışmadır. Sadece Türkçe için söylemiyorum. Benim bildiğim en azından Arapça, İngilizce ve Türkçe yayınlar arasından böyle geniş kapsamlı bir medeniyet analizinin İslam iktisadı bağlamında böyle değerli bir çalışma yok. Hoca bu çalışmasıyla medeniyet araştırmalarında bence önemli bir yere sahiptir. Çok değerli bir çalışmadır. Aslında o çalışmasını İKAM yayınladığı zaman ben bunu öğrenir öğrenmez İKAM’ın buradaki bir danışma toplantısında satın almıştım kitabı ve hemen o akşam okumaya başladım. Tevafuk hoca da ertesi gün böyle bir makalem yayınlandı gördün mü diye sordu. Ben de okuyorum hocam 40. sayfasındayım diye yazmıştım. O da görüşlerimi sormuştu. Ben de kendisine iletmiştim. Sağ olsun çok zarif bir insandı. Sonra kitaba dönüştürülürken tabi benim değerlendirmelerimi kale alıp almadığını bilmiyorum. Doğrusu kontrol etme fırsatım olmadı. Ama sağ olsun bana değer verip okumuşken görüşlerimi de kitaba dönüşmeden önce öğrenmek istemişti. Hoca netice itibarıyla çok çalışkan bir insandı. Hakikaten hem geniş hem derin birikimi vardı. İslam iktisadı ile ilgili, İslam medeniyetiyle de ilgili sürekli okuyordu ama doğrusu biraz mükemmeliyetçi bir yapısı olduğu için biriktirdiklerini yazılı ve sözlü ürününe çok hızlı dönüştüremiyordu. Kendisine de söylediğim için gıyaben da burada rahat söylüyorum. Dolayısıyla bu çalışkanlığı ile bir kere çok nazik, zarif ve efendi bir insan olmasıyla rol modeldi. En azından benim rol modelimdi. Hakikaten onu çok severdim. Günümüzdeki genç araştırmacılar hocanın çalışkanlığını, nezaketini, bildiği öğrendiği şeyleri diğer araştırmacılarla ve genel kitleyle paylaşma arzusunu ve bundan hakikaten zevk almasını örnek alabilirler. Neticede bu yönlerin hepsi çok güzel, çok pozitifti.
"Hem bilgilerini hem kaynaklarını paylaşmayı seven bir insandı. Hoca’nın o kadar çok pozitif yönü var ki hangisini sayayım."
Sabri hocayla ben Marmara Üniversitesi İktisat Tarihi programında doktoraya başladığımda tanıştım. Ondan önce gıyaben biliyorduk. Çalışmalarını okuyorduk. Dediğim gibi hakikaten hoca bir İstanbullu olmamasına rağmen bir İstanbul beyefendisiydi diyebilirim. Adeta genç yaşlı demeden, kadın erkek demeden insanların önünde nezaketten reverans yapardı. Çok sakin konuşurdu. Ben hocanın kızdığını hiç görmedim mesela. Yardımseverdi, paylaşımcıydı dolayısıyla ben çok istifade ettim doktora programında kendisinden. Mesela bir kitabı arayıp bulamamıştım. Ben İSAM’da çalıştım ve İSAM’ın kütüphanesi çok zengindir ama bu kitap İSAM’da bile yoktu. Ben bu konuyu ona açtığımda “bende var getireyim sana” dedi ve getirdi. Ben Tuzla’da oturuyordum o zamanlar. Tuzla’dan Bahçelievler’e doktora için gidiyorum, geri dönüyorum. Bir derste kitabı getirdi bana ve ben de dönüşte kitabı hemen hemen bitirdim. İkinci derse gittiğimde de kitabı geri götürdüm. Hoca “ne oldu” dedi. Ben de okudum dedim. “Nasıl ya” dedi. Ben de “yolda giderken okudum” dedim. Hoca çok şaşırmıştı. “Yıllarca durdu ve ben onu ilk okumam gereken kitaplarda koymuştum ama sırası gelmemişti” dedi. Sağ olsun hem bilgilerini hem kaynaklarını paylaşmayı seven bir insandı. Hoca’nın o kadar çok pozitif yönü var ki hangisini sayayım.
Hocayla aslında pek çok anımız var. Hoca ile biz Selef ile Halef ilişkisi yaşadık. O Malezya’ya gitmişti, Uluslararası İslam üniversitesine. Onun döneceği sırada ben gittim. Orada bir dönem beraber kaldık. Sonra o döndü. Ben de onun verdiği dersleri vererek devam ettim. Sonra da orada bir yüksek lisans ve doktora programı yapan bir enstitü var İSTAK diye. Orada da bir halef-selef ilişkisi yaşadık. Daha doğrusu o Selefti ben de halef. Orada mesela ilginç bir hatıram var. Bir gün derse geç kalmamak için arabayı hızla sürüyordum. Kısa keseyim yani refüjdeki taşlara çarptım, taşlar uçuruma yuvarlandı ve ben de son anda oraya yuvarlanmaktan kurtuldum. Arka arkaya iki sol tekerlek de taşlara çarptı ve kopartıp attı onları uçuruma ve iki lastik iki jant parçalandı. Yani jantlar hasar gördü. Neyse hoca bu kazayı bir şekilde öğrenmiş. Ben ofise nihayet gittim. Aramızda da iki ofis vardı. Onun ofisiyle ben ofis arasında. Rahmetli benim kahkahamı duymuş bir vesileyle bir kahkaha atmışım ofiste. “Ya bu adam deli biraz evvel ölümden dönen bu değil miydi?” diye söylemiş. Bana bunu kendisi anlattı. Böyle dedim dedi. Dedim ki “hocam valla içki yok sigara yok kumar yok, bir şey yok , bu yok dolayısıyla en iyi lüksümüz kahkahamız dedim. Allah’a şükürler olsun Allah da bunu elimizden almadı.” Sonra beraber gülüştük. Hoca böyle samimi, hoş bir insandı. Ben hakikaten hocanın yokluğunu hissediyorum. Şu anda da neşeli bir an paylaşıyoruz ama bir yandan duygulandım yani.
Biraz evvel değindiğim üzere hocanın aslında 5-6 ciltlik İslami iktisat düşüncesi projesi vardı. İşte belli literatür öbeklerini, bunlardaki iktisadi düşünceyi incelemek istiyordu. Bunlar neler? İşte kamu maliyesi kitapları kamusal alan denetim kitapları, fütüvvetnameler veya Türkçede daha çok ahilik olarak bilinen kitaplar, kazanç kitapları iktisat diye bilinen, siyasetnameler. Bu tip literatür öbeklerindeki ve altıncısı ilmi tedbiri tenzil denen aslında iktisat tabiri Osmanlı’da üretilmeden önce iktisat anlamında kullanılan ev ekonomisi denebilecek literatür öbekleri. Bunların her birini, her öbeği günümüze ulaşan en azından örneklerini incelemek istiyordu. İlmi tedbiri menzil ile ilgili bir iki makalesi yayınlandı hocanın. Onları geliştirip kitaba dönüştürmek istiyordu. En sonda kazanç ile ilgili kitapları değerlendirmeye başlamıştı. Birkaç makalesi de o konuda yayınlandı. Ve benimle yine kazanç makaleleri için görüşlerini paylaşmıştı. Zevkle okuyordum ve görüşlerimi bildiriyordum. Ama o da onlardan ne kadar faydalandı faydalanmadı bilmiyorum. Neticede onun takdirine arz ediyorduk. Dolayısıyla hoca bu grubun sadece iki ayağına giriş yapmıştı sadece. Ama maalesef hiçbirini kitaba dönüştürme ömrü vefa etmedi. Ben kendisini biraz sitemle biraz da naz makamında hoca-öğrenci ilişkisi içinde sürekli teşvik ediyordum. Hatta biraz edepsizlik ederek tabir-i caizse tehdit ediyordum. Diyordum hocam siz yapmazsanız ben yaparım diye. O da yap Cengiz diyordu. Ama ben sizin kadar iyi yapamam diyordum. Çünkü hocanın gerçekten hem kütüphanesi zengindi hem birikimi benden zengindi. Hoca daha derin düşünüyordu, daha analitik bir zekası vardı. Ben kendimi maalesef onun yerine koyamıyorum. Ama işte ben kamu maliyesiyle ilgili kitapları değerlendirdim. O kitaplardan birisi de ondan ödünç aldığım o kitaptı. Şimdi hisbe kitapları ömrü vefa ederse bitireceğim. Hocaya bakın ilmi tedbir-i menzili ilk Türkçe dersi siz çalıştınız ve sıra ona geliyor, haberiniz olsun diyordum ama ona bile hoca sağ olsun yok keşke yapsam falan diyordu. Dediğim gibi hakikaten nazik, çok hoşgörülü, efendi bir insandı. Onun projesini aslında ben bir anlamda bir tarafından tutup üstlenmiş oldum. Ömrüm vefa ederse tamamını bitirmek, bana miras kaldı diyeyim ama yani benim de üretim hızına bakılırsa, yaşıma da bakılırsa benden de başkaları miras alacak gibi gözüküyor.
"Hocanın yerinin doldurulabileceğini düşünmüyorum. Keşke doldurabilsem ama ben kendim de dolduramam."
Yani hoca yaşı itibarıyla Türkiye’de çok sıkıntılı dönemlerden geçmiş birisi. Aslında benim neslim de geçti. Dolayısıyla hoca Türkiye’de İslam iktisadı alanının öncülerindendir. Yani Sabri Ülgener hoca onun hocasıydı. Hocası da çok çalışkan bir insandı kendisi de çalışkandı. Yapılacak devasa işler olduğu için çok çalışıyordu. İlim kuma kabul etmiyor yani hakikaten iyi bir ilim adamı olmak istiyorsanız, kaliteli, derinlikli, eşsiz eserler vermek istiyorsanız tabir caizse şah eserler vermek istiyorsanız çok çalışmanız gerekir. Programlı, planlı, disiplinli çalışmanız gerek. Hoca da öyle bir insandı. Planlı, programlı, disiplinli çalışırdı. Ama dediğim gibi fazla mükemmeliyetçi idi bana göre. Bunlar da hoca ile ilgili anılarımız kapsamında girebilir. İSTAK’ta Malezya’da bir gün ofisine gittim. Hoca Farsça çalışıyordu. “Ya hocam bu Farsça nereden çıktı Allah rızası için şu yapacağını çalışmaları bitirin de bir an önce faydalanalım” diye sitem ettim. Dedi ki “Cengiz Farsça bilmeden olmaz”. Hoca niye? Arapça, Türkçe eserleri hallettiniz da sıra Farsça’ya mi geldi? Onları hal edin sonra Farsça eserlerine dönüp bakarsınız. Yok hepsini birden değerlendirmek lazım. “Ama hocam vakit geçiyor, ömür bitiyor” dedim. Dedi ki “yok yok Cengiz çok fazla zaman harcamayacağım, hızlı ilerliyorum.” Aslında hocanın ana dili Kürtçe olduğu için ve Kürtçe ile Farsça ikisi Hint-Avrupa dil grubunda olduğu için hoca hakikaten Farsça’yı kolay geliştiriyordu. Bir gün gittim matematiksel ekonomi çalışıyordu. “ Ya hoca siz iktisat düşüncesi çalışacaksınız matematiksel ekonomi nereden çıktı şimdi? Yapmayın etmeyin, şu zihninizdekileri yazarak bize aktarın” dedim. “Yok yok Cengiz anladım ki matematiksel ekonomi bilmeden sadece teori konuşarak yazarak bu işler olmayacak”. Ama hocam vakit geçiyor yapmayın, ömür bitiyor. Yok yok hızlı çalışıyorum falan diyordu. Hoca ben her sitem ettiğimde sağ olsun alttan alarak, yumuşak davranarak ama bildiğini yapıyordu. Ama hakikaten işte sonunda insan üzülüyor. Keşke aklındakileri aktarabilseydi, yararlanabilseydik. Dediğim gibi hoca bir rol modeldi. Hem akademisyen olarak hem insan olarak bir kere rol modelini kaybetti. Yani ben kaybettim. İkincisi dediğim gibi hoca çok derinlikli hem de çok geniş birikimi olan birisiydi. Cemil Meriç’in ifadesiyle ‘Kırk ambarını kaybetti’. Biliyorsunuz kırk ambar diye bir kitabı var Cemil Meriç’in. Çalışkan, üretken olmasa da derinlikli eserler veren bir akademisyenini kaybetti. Zarif, nazik, bildiklerini insanlarla paylaşan bir güzel insanı kaybetti. Hoca İKAM’ın da danışma kurulundaydı. Buradaki toplantılarda ki katkılarını danışma kurulu üyesi ve yönetim kurulu üyesi arkadaşlar da bilirler. Öğrencileri de üstatlarını kaybettiler. Ben de hakikaten içimde büyük bir boşluk duyuyorum. O yüzden de geçen gün Feyzullah Orman ile birlikte Karacaahmet kabristanına gittik. Kabrini ziyaret ettik. Orada da hakikaten duygulandım. Dua ettik, hatıralarını yad ettik. Dolayısıyla ben hocanın yerinin doldurulabileceğini düşünmüyorum. Keşke doldurabilsem ama ben kendim de dolduramam. Müstesna bir insandı.