GÜLFETTİN ÇELİK

Hocamıza baktığımızda ben acizane kendim hep Gazzali’yi görürdüm.

İnsanoğlu zamanın ürünü, insan zamanın çocuğu o yönüyle, çağın ürettiği bir netice. Sabri Orman hocam adeta klasik ile moderni mez etmiş. Modernde birçok yönüyle klasiği yaşayan bir insandı. Bunu tabi en önemli sebebi eveliyetle klasiğe olan vukufiyeti idi. O dönemin eserlerine olan, derinliğine olan bilgi sahibi oluşuydu. İkincisi de kişilik olarak elde etmiş olduğu, sahip olmuş olduğu bilgiyi içselleştirebilme becerisiydi. Ya da onunla bir kemalat oluşturmasıydı. Bu yönüyle Sabri Orman hocam kendi alanında sahip olmuş olduğu bilgiyi, kendi dünyasına katabilen, onunla bütünleşebilen, onu adeta yaşayan bir insan yönüyle aranan bir hocamız idi. Malum doktora tezi olan Gazzali 11 veya 12. Yüzyıl başlarında yaşamış diyelim bir zat olarak islam dünyasının siyaseten dolayısıyla kamu bürokrasi itibarıyla, devlet yönetimi itibarıyla ve sosyal olarak kargaşa  içinde düştüğü, birbirine iç içe geçtiği, farklı kültürlerin mez olmaya çalıştı bir dönemin insanıydı.  Gazzali’ye olan Sabri hocamın ilgisi adeta Gazzali’nin yaşamış olduğu çağa dair de çok derin bir vukufiyet içine girmesine sebep olmuştu. Gazzali’nin dönemi iki yönüyle bence önemlidir. Biri Hz. Ömer r.a’dan itibaren tecessüm etmeye başlayan, kamu bürokrasisinin, devlet mekanizmasının, Emeviler, Abbasiler sonrasında Batini ve Şia kargaşası içinde Selçuklara ulaştığı dönemde adeta klasik haliyle ortaya çıktığı, şekillendiği, belli bir yapı kazanmış olduğu dönemde yaşamış bir insan oluşudur.


"Yani hocamıza baktığımızda ben acizane kendim hep Gazzali’yi görürdüm."


Osmanlı devletine gelen, Osmanlı devletine artık tecessüm edecek, şekillenecek, oturacak olan devlet mekanizması Gazzali çağında çok temel tartışma konularından biriydi. Selçuklularla tanımlanan yeni yapıda Gazzali’nin devlet, insan, yöneten ve yönetilen ilişkisine dair sahip olmuş olduğu o derin, engin vukufiyet bir başka yönüyle bize islam dünyasında bütün bir bin yıllık tarihte miras olacak bir birikim bıraktığı ortaya çıkmıştı. O da neydi? insan ya da birey diyelim fert ile dış dünya ilişkisiydi. Daha da somut indirgeyecek olursak insan ve madde ilişkisinde Gazzalinin bulmuş olduğu cevaptı. Sabri Orman hocamız doktora teziyle adeta o klasik dünyanın, yöneten ve yönetilen ilişkisinin de ötesinde bireyi madde ile tanımlayacak olan o arka plana nüfuz etmiş, ona girmiş, onunla kendini bütünleştirmiş durumdaydı. Bir yönüyle Gazzali, Sabri hocamızın ilan edilmemiş bir mürşididir denilebilir. Onu irşad eden, ona hayat çizgisi ya da hayat normu vaaz eden bir numune, bir örneklik teşkil eden bir durumdaydı. Öyle nasıl Gazzali’de insan ya da birey para pul, servet, makam-mevki ilişkisi, bir seyri süluk tanımında insanın kamiline giden o yolda böyle meratip meratip bir sıralamaya tabi tutulduysa hayatın çok çeşitli veçhelerinde örneklikler bulabileceğimiz bir tanımda anlatıldıysa Sabri Orman hocamız da adeta Gazzal,’yi çalışırken, Gazzali’yi okurken onunla bu yönüyle belki ferdin dış dünyayla olan ilintisi nasıl olması gerektiği yönüyle belki onunla bütünleşmişti gibi geliyordu bana. Yani hocamıza baktığımızda ben acizane kendim hep Gazzali’yi görürdüm. Yani bin yıllık klasik dönem diyebileceğimiz, o on dokuzuncu yüzyılın belki ortalarına kadar gelen o klasik dönem diyebileceğimiz dünyada insanın, bireyin madde ile olan ilişkisinin tanımının getirmiş olduğu örnekliğinde Sabri hocamızı gördüğümüzü düşünüyordum. Bizi 1980’lere kadar Türkiye’de hemen hemen her evde bulunan en temel iki eser diyebileceğimiz; birisi ihya ulum-i din diğeri de kimya-yı saadet dediğimiz Gazzali’nin eserlerinden bu klasik dönemin tamamında Türkiye’nin en azından kendi dünyasında çok somut bir örneklik yakalama şansımız vardı. Ben bu yönüyle Sabri hocanın o Gazzali çalışmasının birçok örnekliği de bu kitaplardan süzülebileceğinin kanaatindeyim. Adeta ilan edilmemiş o şeyh ya da mürşid ile mürit ilişkisinde Sabri hocamız kemalatını yakalamış, kemalat noktasına varmış bir davranış örnekliği teşkil ediyordu. Bu hem İstanbul’da yaşayan bir İstanbul beyefendisi vasfıyla aynı zamanda İstanbul’da yaşayan akademisyen vasfıyla kendisinde görülebilecek bir husustu. Belki hayatta kendisi hakkında anlatılabilecek çok sayıda hatıra da vardır. Benim aklıma gelen hemen bir tanesini paylaşayım. Asistanlığımız döneminde bir gün bir doktora öğrenci programında sınıfa gittim baktım ve sınıfta tek bir öğrenci vardı. Hocama geldim dedim ki: “hocam sınıfta bir tek öğrenci var sadece.” Hani beklentim de hava da zaten soğuk her neyse bir öğrenciyle ders anlatılmaz herhalde deyip öğrenciyi göndereceğini varsaymıştım kendimce. Durdu ve dedi ki o her zaman o sükunetli, ağır ağır konuşmasıyla, “Gülfettin bey” dedi, “biz bir kişi de olsa dersimizin hakkıyla ifasından yanayız” dedi ve sınıfına geçti. Allah uzun ömürler versin Ahmet Tabakoğlu hocam da o yönüyle, adı zikretmeden geçemeyeceğimiz bir hoca olarak aynı benzer bir fıtratta ders yapan bir hocamızdır. Sabri hocam adeta yaşayan bir İstanbul beyefendisiydi. Onunla karşılaşıp da onunla zaman geçirip de, onunla dostluk kurmayan herhalde kuramayan kimse yoktur zannımca. Çünkü en acil durumda bile, telaşlı durumda bile Sabri hoca muhatabını her zaman gayet sükunetle karşılayan, onu karşısına alıp oturtan, ya belki bir dakika da bizim kendimizce geçiştirebileceğimiz bir soruyu bile o 10-15 dakika uzun uzadıya ele alan, ona çare üretmeye çalışan bir insan ilişkisine ulaşmış bir insandı. Her insana değer verirdi bu yönüyle. Hatta belki tek kelimeyle, tek cümleyle özetlemek gerekirse, Sabri Orman hocamız çok iyi bir dinleyiciydi. İşte akademinin getirmiş olduğu bazı zorluklarımız olurdu o dönemlerde. Ne zaman ki gitsek Sabri hocamız bizi dinler, hatta o yaş farkını da atlayarak, arkadaş gibi oturur hele Malezya döneminde pipo de içmişti bir dönem hocamız. Bazen piposuna sarılır bazen da cigarasına sarılır. Çok seyrek de olsa içtiği cigarasına sarılır. Böyle dertli dertli sizi dinlerdi. Ya bu yönüyle Sabri hocamız akademik camianın genelde ve özelde yakın çevresi çok hasretle arayacağı, ayrılışından dolayı büyük hüzün duyduğu bir dönemi yaşıyoruz. Acizane ümidim vefatıyla da bu camiaya, bu dünyaya bir şey katmasıdır. Geriye kalan bizlerin özellikle genç arkadaşların bir insan kemalata ulaşmış bir insan, bir akademisyen nasıl yaşar, nasıl yaşatır, nasıl insan yetiştirir ve o yetiştirmiş olduğu insanlarla beraber ilerleyerek kendisini de tekamül edeni hissetmesi, onu yakalamasıdır. Dua ve temennim yeni nesildeki genç arkadaşların Sabri Orman gibi hocalarımızın hayat düsturları etrafında akademiyi ya da akademisyeni yeniden tanımlandığı bir dünyanın ihdasında, teşekkülünde yol almalarıdır. Zira akademi sadece bilgi değil, bilim değil aynı zamanda bu bilginin insanı tecessüm ettiği bir örneklik alanıdır. Öyle olması beklenir. Ya bunda bir usta-çırak ilişkisi olacağı da aşikardır. Biz hamd olsun Sabri hocam gibi müstesna hocalarımızla karşılaştık. Onlardan çok şey öğrendik. Yeni neslin de o tür insanları keşfetmesi hatta bugün belki bulamazsak bile Sabri hocamızın olduğu gibi, biraz üveysidir bu yönüyle belki Sabri hocamız. Asırları atlayarak belki bin yılı atlayarak         Gazzali gibi İslam dünyasında bütün bir klasik dönem boyunca örneklik teşkil eden insanlar keşfetmesi, onlarla bir şekilde buluşmasıdır.


"Yeni yetişen nesle, genç arkadaşlarımıza, kardeşlerimize Sabri Orman gibi akademisyenlerin yetişmesi noktasında neler söylenebilir derseniz eğer öncelikle derim ki niyeti sağlam tutmak gerekir."


Birincisi her şeyden önce Sabri hoca bilgiyi, salt bilgi olarak görmeyen bir insandı. Bilginin insanda bir neticesi olmasına inanan bir insandı. Bu yönüyle islam iktisadı dediğimizde adeta Sabri hocamda tecessüm etmiş, kimliğe bürünmüş olan bir yaklaşımı, bir tanımı aramak gerekir. Sabri hocam bu yönüyle salt modern dünyanın işte kazanma kaybetme, kar, zarar mantığını aşan bir yaklaşımı peşindeydi. Zira o bir sistem insanıydı. Gazzali’yi bile ele alırken bir sistemin parçası olarak yani Gazzali yaşamış olduğu çağın madde, mana ve insan diğer varlıklarla olan hukuki, ahlaki boyutu da içine alan boyutuyla bir insanı örneklemeye çalışan bir akademisyen olarak islam iktisadı dediğimiz başlığı da bu yönüyle adeta hayatın bütünü içinde tanımlardı. Modern insanın bugün içine düşmüş olduğu finans ya da bankacılık başlığında bir iktisat ya da islam iktisadı anlamıyordu. Bu yönüyle de birçok toplantıda, birçok ortamda o gündemlere dair çok şeylerin konuşulduğu ortamlarda bile bu genel çerçevenin, bu genel çizgisinin etrafında kalmayı yeğlemiş bir akademisyendi bence. İnsanları adeta o yere çekmeye çalışan, konjonktürün getirmiş olduğu gündemlerin de arkasında daha ideal, Allah ve kul ilişkisinde biz islam ya da islam iktisadı başlığını anlıyordu bence. Bu itibarla çok özel o konuda kendini sabit tutmaya gayret ediyordu. Yeni yetişen nesle, genç arkadaşlarımıza, kardeşlerimize Sabri Orman gibi akademisyenlerin yetişmesi noktasında neler söylenebilir derseniz eğer öncelikle derim ki niyeti sağlam tutmak gerekir. Yani bilgi nedir, niyedir, ne işe yarayacaktır bilgi iyice niyetlenmek gerekir. İkincisi de ilmin getirebileceği o sallantılar, çalkantılar süreçlerinde bilgiyle davranış arasındaki o ilişkiyi, o kemalatı yakalama yolunda da ihmal göstermemeleri gerektiğini inanırım. Aksi takdirde bilgi sana yük olmaya başlar, başlıyor. Ve insanı savuruyor o bilgi. Yani karakterle kişilikle bütünleşen bir bilgi alanında ısrar etmek gerekir diye düşünüyorum. Ve bunun da yolu öncelikle Hz Peygamber (SAVS)’dan itibaren bütün klasik dünyayı hakikaten iyi bilmekten geçiyor. Belki de modern insanın en büyük zaafı, en büyük eksikliği de budur. Zira bilgiye ulaşmak inanılmaz artık kolay bir şeydir. Bilgiyi tanımlamak da çok kolaydır. Bir sürü yaklaşım, bir sürü teoriden bir tanesini seçerek, bazıları öncelikleyerek bilgiyi tanımlayabilirsiniz. Ama o bilginin öncelikle kendilerine ve sonrasında cemiyete fayda sağlayabilmesi için yaşanmışlığı, örnekliği iyi bilmek gerekir. Ve bunun da en büyük mirası, geçmişi klasiktir. Tavsiyem akademi süreçte bir tarafta konjonktürel gündemi izlerken diğer tarafta da bu klasiği keşfetmeleridir. Bu keşif için gerekli olan alet ilimlerini ve davranış kalıplarını elde etmek, bunu içselleştirmektir. Bunun da yolu olabildiğince bazen toplumun içine girmeyi bazen toplumun dışında kalmayı gerektirir. 

 

Başa Dön
GÜLFETTİN ÇELİK

Hocamıza baktığımızda ben acizane kendim hep Gazzali’yi görürdüm.